3 Haziran 2023 Cumartesi

Bugün, bir zamanlar çok büyük bir coşku, heyecan ve son zamanların alaşağı edilmiş tabiri ile keyif ile yazdığım bloğuma baktım. Son yazdığım tarih Şubat 2018.. Dedim bu yanlış olmalı.. Hayattan alacaklı olma halimin en yoğun olduğu dönemde yazmamışım. Hem de hiç yazmamışım. Onca yaşanmışlıklara, iyi kötü anılara rağmen yazmamışım. Bazen sanırsam (ama gerçekten sanırsam) öyle bir yazamama hali geliyor. O kadar yoğun yaşarken, doğru kelimeleri bile seçemiyor insan.  Lagalugayi bırakayım. Bugün yazılarıma dönüyorum. Umarım kısa soluklu olmaz. Olabilir de malum hayat (Bir Gulyabani göndermesi olsun) … ama umarım olmaz… Yoktur ama olabilir de…

 

Son iki senedir, yaşadığım sorunlar beni çok değiştirdi. Evet bingo klişe! Başımıza bir felaket geldiğinde, durup da başımıza bir felaket gelmediği o eski zamanlara insan ne de hayıflanıyor. Niye mal gibi, salak saçma şeylerin peşinden koştum, saçma salak insanlara değer verdim, salak saçma işler yaptım, saçma salak kelimelerinin yerini değiştirdim durdum, niye hak etmeyen insanlara kendimi sevdirmeye çalıştım, neden ne istediğimi değil de karşımdakinin ne istediğine önem verdim… niçin Lütfiye niçin diyesim geliyor…

 

Işte bütün bunlar aile ve aslında genetik… Aileden ne öğrendi isen o… Memur bir aileden geldiysen sana kodlanan hayat ile, aristokrat bir aileden geldiysen kodlanan hayat maalesef farklı. Nilay Örnek, Nasıl Olunur podcast serilerini dinlediğimde de bunu anladım. Katılımcıların aile ve eğitim hayatlarını dinlediğime, doğuştan hayata 1-0 galip başladığını görebiliyorum. Tabii ki o insanların çabalarını küçümsemiyorum, çok büyük insanlar olmuşlar.. ama aile seni şekillendiriyor… 90% bu böyle maalesef.. İstisnalar kaideyi bozmaz.. Nerden nasıl yetişti isen, DNA’na yazılıyor kardeşim. 


Çocukluğumuzun çizgi filmlerine bakın, bir de şimdikilere… Eskiden bize pembe dünyalar sunulmuş. Belki de şimdikiler çok daha gerçekçi.  Hep yarış var, hep diğerinin kafasına tokmağı vurup öne geçmen lazım… Dün gördüm, Solo testte bizim zamanımızda kategoriler Salak, Geri zekâlı falan idi. Şimdi ise biraz daha çabala, yapabilirsin falan var. Bu nasıl bir travmadır. Aslında düşününce (şaka bir yana savunulacak bir yanı yok tabii ama) tam tersi olması lazım… Bu yeni kuşağa daha direkt mesaj vermek ve bize daha motive edici sözler söylemek gerekirdi. 

 

Bu/bir yalan dolana kapılmış gidiyoruz. O kadar çok konu var ki sevgili okur. Eğer tabii okuyorsan hala.  

 

Bu yazımın bir konusu yok! Bastan söyleseydin diyebilirsiniz. Çok konu var, hangisinden başlayayım karar veremedim. Ama bir girizgâh yapmak istedim…. Yazmak beni mutlu ediyor ve ona (kişisel bir caba da olsa) devam edeceğim. Sen oku ya da okuma. Bu konuda ilk kez bencillik yapacağım…. Saygısızlık etmediğim müddetçe, bana iyi gelene devam edecek ve başkalarının ne düşündüğünü hesaba katıp, ona göre hareket etmeyeceğim..

 

Alacaklı bir insan için ne büyük bir adim. 

 

Belki de artık tahsilat zamanı gelmiştir.. 


E. 

 

 

 

 

 

 

 

12 Şubat 2018 Pazartesi

L

Ben-ci
Ben-cil
Benci(l)

Arada sadece tek bir harf var (L)  ama aslında büyük bir harf.. büyük manalara gelen…

Hepimiz «benci»yiz doğamız gereği… 
Net… 
Ama coğumuz «bencil»iz… 
Amiyane tabirle arada kaynayanlar var…

Ailemiz, eğitimimiz, şartlanmalarımız, çevremiz, güdülerimiz bizim bencillik katsayımızı etkiliyor.

Biraz önce (puan toplamak için değil) uçaktaki yerimi çocuğu ile yan yana oturmak isteyen birine verip 3 arka koltuğa geçtim (ve daha konforsuz bir koltuğa).  Çocuğum olduğu için yapmış olabilirim, bunu ölçecek objektif yargıda değilim ama bu bir tercihti..  Çocuğum olmasa yapar mıydım hiç emin değilim… Daha iyi bir insan olmama yaradı mı ? Bence pek değil... Benci ile bencil olmak arasında bir fark yarattım mı ? Ona da emin değilim..

Hayat hep göreceli... ve maalesef yaptığınız artı eksi  davranışlar, bilgisayar oyunu gibi hanenize yazılmaktan çok uzakta artık… İş çığırından çıkmış durumda.. Sadece kendinizi iyi hissettiğiniz ölçüde iyisiniz.. Ne kadar acı.. Yine herşey sizin elinizde.. Kendi yargınıza teslim olmuş bir adalet anlayışımız (anlayışınız) var artık.. Yeni dünyaya hoşgeldiniz…

Hele hele Ortadoğu coğrafyasında toleransımızın olmaması, fırsatçı kişiler dolayısıyla onanmış durumda maalesef. Amiyane tabirle çok pis arada derede kalıyoruz. Aslında iyilik içimizde var ama salak yerine de konmak istemediğimizden "göreceli iyi" olmaya çalışıyoruz ya da bu rolü oynuyoruz. Bu ara bu rolü sosyal medyada çokça oynuyoruz. 

Çünkü orda herkes mutlu, herkes süper hissediyor, herkes ilk kez çok acayip birşey paylaşıyor… Mutsuzuz arkadaşlar kabul edin.. Her gün işle ilgili istemediğimiz şeyler (tanımı size kaldığı için şey dedim) yapıyoruz. İlişkilerimizde ertelediğimiz, halının altına süpürdüğümüz sorunlarımız var. 1 hafta Bodrum’a gidip çektiğimiz fotolar en güzel manzaralı instagram hesabına sahip olmuyor. Hele o dudak büküp en sempatik pozları verdiğimiz ve 152 like aldığımız fotolar yok mu, hastasıyım. Çocuğumuzu, 1-2 yaş bandında üçgen boşluğun yerini bulup o şekli içine sokuşturdu diye üstün zekalı sanıyoruz ve de kendimize paye çıkarıp kimin kızı/oğlu deyip bıyık altı gülüyoruz ki inanın komik değil.

Valla abartmayalım ne olur… Herkes aynı şeyleri yapıyor ya da hayalini kuruyor. (arada ben de bu kervana girmiyor muyum, evet giriyorum, kendim de dahil eleştirimdir). Farklı birşeyler  yapanlar, misal bilime kendini adamışlar, haritada yerini tam olarak gösteremeyeceğim ülkelerde çocuklara yardım edenler, kurumsal hayatı terkedip hatta aldatıp üretmeye yönelenler, mesailerinin haricinde başkalarına yardım etmek için saatler harcayanlar, vesaire vesaire…. ekleyemediğim bir sürü profil var ve ben çokça gıpta ediyorum.. (belki de kıskanıyorum). Ama sonra ne yapıyorum, yine kendi çöplüğüme dönüp yuvarlanıp gidiyorum..  Harekete geçme zamanım geldi de geçiyor aslında ama haydi neyse o başka bir yazının konusu.. 

Özetle farklı değiliz…

X müzesini gördük, Y etini yedik.. farklı değiliz..

Deneyimledik evet çok güzel.. Bir sürü insanın yapamadığını yaptık.. Ama abartmayalım arkadaşlar..

Benciyiz…

Normal.. doğamız bu ..

Ama bencil olmayalım.. Aradaki L harfini unutmayalım.. 



19 Ağustos 2017

14 Ekim 2014 Salı

Bir kısa hikaye denemesi...


Gerçek kişiler ve mekanlarla alakası yoktur.. Nitekim isim, mekan ve saat haricinde zaman kullanılmamıştır..... ...........................................
Kadın etiketi hala üzerinde duran, derin göğüs dekolteli kırmızı elbisesini gardrobundan çıkardı. Dudağını bükerek aynada elbiseyi üzerine tutup akşamı hayal etti. Bu akşam hayal ettiği o “an”ın hem çok uzak hem de çok yakınında olduğunu düşünüp iç geçirdi.. Aslında abartılı da görünmek istemiyordu.  Kendi gibi.. ama biraz daha özel görünmek idi tek amacı.. Gözleri,  iç çamaşırlarını giyerken aynada kendinde olsa da aslında çok uzaklara seneler öncesindeki anılarına gitmişti. Hiç bir zaman “an”ı yaşayamadığını düşündü..

Erkek, önce tütün kokulu parfümünü, nizami el hareketleri ile vücudunun neredeyse tümüne gelecek şekilde dağıtarak sıktı.  Sigara içiyor olması ona bu alışkanlığı getirmişti çünkü sigara içmeyen kadınların bu konudaki hassasiyetini iyi biliyordu.  İç çamaşırını giyerken göbeğine doğru bakıp, biraz kilo aldığını düşündü. Son zamanlarda kendine eskisi gibi iyi bakmadığını ve lakin eskisi gibi dertsiz  tasasız olamadığını da düşündü.  Ama “an”ı yaşamak üzerine söz vermişti annesine...  babasını çok erken yaşta kaybettiğinde..   Sonrasında evin erkeği olmak gibi bir misyonu olmamıştı, zaten baskın karakterli ablası buna hiç bir zaman müsaade etmezdi ki,  etmedi de ama hep “an”ı yaşamaya çalışmıştı.  Kot pantolonunu ve gömleğini giydikten sonra saatini koluna takarken kendine aynada bir kez daha baktı. Çizgi gibi olan gözlerini daha da kısıp, dudağına yapışmış tebessümle aynaya bakarken gördüğü “Adam” hoşuna gitmişti. Bu akşam için içinde garip hisler vardı, ilk kez karşı cinsle buluşmaya garip bir heyecanla gidiyordu. Alışık olmadığı bir durum olduğu yüzüne yapışan tebessümden belli idi.

İstanbul’da saatler 20.52’yi gösterirken, havada hafif bir serinlik vardı. Beyoğlu rüzgarla beraber, dört bir yandan gelen farklı müziklerle ve bedenine işlemiş kalabalık ile adeta sağdan sola salınıyordu. Yürürken bile insan sağa sola dans edercesine, kimseye çarpmadan zigzag çizmek zorunda kalıyordu.  Hava tam kararmamıştı.. Araftaydı.. Gece, önceden haberdar edercesine, ıslık çalar gibi, rüzgarla beraber güne çökmek üzereydi..

Kadın, giyinmeye başlarken hazırladığı votka toniği, makyaj yaparken yudumlamaya devam ediyordu.  Aç karnına içtiği ilk kadehin hazzını düşünürken, iktisat dersindeki marjinal faydayı düşündü ve yine geçmişe gidip keşke tek derdim İktisat Tarihi sınavı olsa şimdi dedi.. Üniversite’de aşık olduğunu sandığı uzun adamı düşündü.. “Aşk”ın anlamını sadece karşılık bulamamak sandığı ergen zamanlarmış diye geçirdi içinden. Büyük bir yudum aldı içkisinden ve yasemin kokulu parfümünü, nizami el hareketleri ile vücudunda gezdirdi. Her ne kadar teninin kokusu kendine yetse de, parfümün kadını daha seksi gösterdiğini düşünüyordu. Telefonu eline aldı, taksi çağırdı ve aynada kendisine son bir kez bakmadan kapıdan çıktı.

Adam cüzdanını kontrol etti ve ayakkabılarını sildikten sonra, hazırlanırken içmeye başladığı viskisini tek bir yudumla bitirdi ve son bir kez aynaya bakmadan kapıyı kapattı, ama kilitlemedi.. Arasında hiç fark olmadığını düşündüğü icin kapıyı kilitlemezdi. Merdivenlerden inerken taksi durağını aradı..  Durakta araba olmamasına rağmen, her zaman arasını bu tip insanlarla iyi tutmasının sonucu olarak, duraktaki adam ona merak etmemesini 2 dk sonra yoldan birini çevirip kapısının önüne göndereceğini söylediğinde, yine o garip gülümseme suratına yapışmıştı.

Saatler 21.12 ‘yi gösterirken Beyoğlu’ndaki tek değişiklik insan sayısındaki artış idi.



2 taksinin aynı istikamete gitmekten başka hiçbir ortak özelliği yoktu. Kadın arabaya bindiğinde, kendisini süzen ağır abiye kaşlarını çatıp Beyoğlu X mekanına lütfen dediğinde, Adam da samimi bir gülüşle arka koltuğa oturup X mekanına beni ne kadar zamanda götürürsün abi diye sormuştu.

Saatler 21.15’i gösteriyordu. Taksilerin saatleri arasında 1 dakika fark vardı..  

Kadın, arabaya bindiğinde kendince kibarlık yaparak, kendisinin radyodaki maçın sesinden rahatsız olacağını düşünerek kısan taksi şoförüne “önemli değil kalsın” dedi. Yok abla önemli değil dedi. Kadın ısrar etti, ben de ilgilenirim futbolla bırak açık kalsın gidene kadar dinlerim dedi.  Bunu fırsat bilen şoför hangi takımı tuttuğunu sordu. Memleketimde futbolun her kapıyı açtığı gibi, tanımadığın biri ile aynı takımdan olmak, yıllardır tanışıyormuş havasına sokarak karşındakine her konuda yardımcı olmayı getiriyordu. Galatasaraylı olduğunu duyunca, abla ben seni şu yoldan götüreyim, trafiğe sokmayayım, yazık vakit de kaybetme, para da dedi.  Kadın, erkekleri şaşırtmak ne kadar da kolay diye düşündü tekrar..

Adam, taksi şoförü İstanbul’un ne kadar kalabalıklaştığından, insanların vicdansızlığından konuşurken elinde telefonu ile oynuyordu. Aslında taksi şoförünü dinlemiyordu bile. Sadece –mış gibi yapıyordu.. dinliyor..muş.. gibi..  “Kadın”dan herhangi bir mesaj var mı diye baktı.. yoktu.. demek ki sorun da yoktu.. diye sevindi içinden.. Gideceği X mekanına yaklaştığında, garip bir şekilde sanki hiç bilmediği bir şehirdeymiş gibi hissetti kendini.

İstanbul’da saatler 21.30’u gösterirken, Beyoğlu’nda hareketlilik artıyordu...

Kadın saatine bakarak X adlı bara girdi ve arka tarafa doğru yürürken kendisine bakan iki kısık gözü görünce dudağını bükerek, Adam’ı gördüğünü belirtircesine kaşını kaldırdı.. Derin bir nefes alarak yanına doğru ilerlerken etrafına da bakınmayı unutmadı. Kimseyi görmek ve Adamla görünmek istemiyordu.

Elini Adam’ın omzuna doğru uzatıp yanağını öptüğünde, içinde daha önce sadece bir kere hissettiği o garip kayganlığı hissetti. Ama derecesi çok daha yüksek idi.. Tütün kokusu ile karışmış bu his Kadın’ın hoşuna gitti.

Erkek kabalık etmemek için kadının dekoltesine bakmadı ama uzaktan Kadını ilk gördüğünde seneler öncesinde yine onu ilk kez gördüğü hissi duydu.. Garip.. lik... iç gıcıklanması...  

İlk buluşmaları olmasına rağmen ikisi de kendinden çok emindi.  Günlük konuşmalar.. iş yakınmaları... yurtdışında kalmayarak ne de çok hata ettikleri... (ikisi de eğitimlerinin bir kısmında Avrupa’nın farklı şehirlerinde bulunmuşlardı) aileler vs...  Akraba konularına girmediler ama..

Kadın votka söylemişti yine.. Erkek de viski.. Erkek için tek eksik sigara idi.. bir süre daha muhabbetlerine devam ettikten sonra Kadın dışarıdaki masada oturabileceklerini söyledi. Gözlerinden anlamıştı Kadın.. Erkek gülümsedi sadece teşekkür mahiyetinde..

2. içkilerini alıp masaya geçtiklerinde, sanki kendileri haricindeki mekan kaybolmuş gibiydi. Zaman durmuş ve kelimeleri havada asılı kalıyormuş gibiydi.. el yordamı ile bulup cümle içinde gerekli yerlere koyarak eğleniyorlardı.. İlk defa buluşuyorlardı, çünkü bu ilk buluşmaları idi... ama on beş yıldır tanıyorlardı birbirlerini.. yanlış zamanda yanlış insanlarla oldukları zamanlarda ikisi de birbirini düşünürken, ikisi de birbirini düşündüğünü bilmiyordu... resime dışarıdan bakınca ne de güzeldi aslında..

Hep o “an”da kalmak istiyordu ikisi de... bunun farkında olarak... fanusun dışına çıkınca resmin çok farklı olacağını biliyorlardı.. ama o “an” çok başkaydı.. belki de konuştukları çok manalı değildi, günlük sıradan konuşmalardı ama gözlerin arkasındaki düşünceleri ikisi de ezbere biliyordu, sadece söylemiyorlardı. Bu gizli oyun ikisini de oldukça mutlu ediyordu aslında, sadece bunun ne kadar devam edeceğini kestiremiyorlardı. Daha doğrusu kaç dakika ya da saat daha...

Nedense birden (aslında hep bi-polar bir duruşu vardı hayatta) Erkek haydi gidelim burdan dedi.. Kadın kısa süreli bir tereddütle baktıktan sonra tamam dedi, hesabı ödeyip kalktılar..

Nereye dedi  Kadın..  Adam ne farkeder ki dedi.. Sessizce yürümeye başladılar.. Adam elini tutmak istedi ama yapmadı.. Kadınsa omzunu yaslamak istemişti sadece ama yapamadı.. Yanyana yürüken yanındakinin yüzüne bakmaya çalışmak ne zor diye düşündü kadın.. Halbuki sadece gözleriydi görmek istediği şu an.. Adamsa kadını çekip kendi vücuduna sarmak istedi basitçe.. ama yapamadı (lar).. ne Kadın onun gözünün içine baktı ne de Adam onu göğsüne sarmaladı..
Sırf bir an önce gitmiş olmak için, Adam en yakındaki sevdiği mekana doğru yöneldi. Viskiye ihtiyacı vardı. Yoldayken Kadını umursamadan iki tane de sigara içmişti.. Uyuşturucu olsa çok daha iyi gelirdi belki dedi ama bırakalı çok olmuştu..



Adam kapının hemen girişindeki barmene selam vererek siparişleri geçerken akşamın çok da iyi bir noktaya doğru gitmediğini biliyordu. Ama bu “ilk buluşma” onda hep özlemini çektiği bir hissi yaşatmıştı, bu akşamı hiçbir şeyin bozmasına izin veremezdi.

Resim dışarıdan böyle görünürken, içeride olan ise aslında şöyleydi :  

Kadın ile Adam on beş yıldır tanışıyorlardı ve ilk görüşte birbirlerine aşık olmuşlardı klişe tabirle..  (bazen klişeleri kullanmak iyidir, hissiyatı daha güzel verir)

Ama hiç söylememişlerdi.. söyleyebilecekleri bir ortam hiç olmamıştı. Sonrasında ise farklı ilişkilerde yansımalarını aramışlardı ama hiç bir zaman mutlu olamamışlardı. Olduklarını sanmışlar, mutlu mutsuzu oynamışlardı..  Tesadüfen karşılaştıklarında ikisi için de zaten artık çok geçti.. dostça birer kadeh içelim demişlerdi ama akşam alkolün derecesi kaçınca karşılıklı itiraf seansına geçilmişti..

Sonrasında sadece “bir kere” sanki ilk buluşma gibi “dışarı çıkalım” diye sözleşmişlerdi ve o akşam bu akşamdı..  Her ikisi de ilk kez buluşuyormuş gibi yaparak hazırlanıp çıkmışlardı. Gece sona ererken sözlerinden çıktıkları tek durum uzunca birbirlerine sarılmaları olmuştu... Kadın Adamın omzuna dayanmış, tütün kokulu parfümünü içine son kez çekmiş ve gözlerine bakmamak için ayakkabılarının kenarındaki çiziklere bakıyordu. Adamsa kadının elini tutmuş, gözünü ilerideki sarhoşlara dikmişti.. Birbirlerine bakmadan ama bakışlarından çok daha fazlasını anlatarak, ortak noktaları sadece çıkış noktaları olan sarı renkli iki ayrı taksiye binmişlerdi. Taksinin içinde yine saçma ve farklı muhabbetlere dalmışlar ama aslında hala aynı rüyalardalardı...


İstanbul’da saatler 03.38 idi.. zaman nasıl geçmişti kimse bilmiyordu.. Beyoğlu’ndaki tek değişiklik insan sayısındaki azalış idi...

17 Eylül 2014 Çarşamba

Katma değerli mutsuzluklarımız!!!

O kadar çok yazasım var ki.. ama kelimeler sarhoş olmuş ayakta duramıyor şu ara.. sağa sola savruluyorlar..


İş odaklı yaşamaktan sıkıldım azizim.. hayat akıp geçiyor ve neleri ıskaladığımı bile düşünmeye vaktim yok.. hayalini bile kuramıyorum...


Her yeni gün bir hikaye buluyorum aslında azizim, bunu muhakkak bloga yazayım diyorum.. Sonra unutuyorum, toz bulutu olup uçup gidiyor azizim.. Önemsizmiş diyorum ama aslında önemli olduğunu da biliyorum... o an...  her yeni gün farklı örnekler, farklı deneyimler, çıkarımlar yazayım diyorum ama tüketmeye dayalı hayatımız 24 saat geçmeden bu hikayelerimi de uçuruyor...


Tek tesellim bu tip durumları başkalarının da yaşıyor olduğunu bilmek ama sistem başkalarının hayatlarının mutsuzluğu ya da mutluluğu üzerine kurulduğu için sonra diyorum Ece kendine gel..


Kendine gel.. ne güzel bir tabir :) ama önce insanın gerçekten de kendini tanıması lazım ki kendine gelsin, nereye döneceğini bilsin :) hahah geyik yapıyorum depresife bağlamayacağım :D


Hayatta yapmayı istediğim şeylere daha az vakit ayırıyor olmak sadece beni mutsuz ediyor..


Sadece söylemek istediğim basitçe bu.. bunun bana ne katkısı var derseniz de haklısınız çünkü yok.. evet yok.. bir fayda amacım yok sadece paylaşmak bu akşam istediğim...


Hani işte bazı kalıplaşmış cümleler var ya.. farklı yapmaya çalıştığımız (sözde) ama aslında herkesin bunu yapmaya çalıştığı (klişe olan)..  Birşeyleri daha farklı yapmaya çalışıyoruz ya hani, "öteki"den farklı... rakipten...  "what can we do differently?":) ah ah azizim ah bu "value proposition"lar , bu "we are here to help you" falan yalan dolanları içinde daha ne kadar dolanacağız biz! bu opportunity cost değerlendirmesi içinde neyi neye feda ettiğimizin hesabı ile karlı çıkmaya çalışan bizler ne zavallıyız aslında :)


"What can I do sometimes" demek geliyor içimden azizim aslında ama bilsen içim neler diyor ama dil çaresiz (Cem Yılmaz tabiri ile)... Orhan Veli ise buna kelimeler kifayetsiz diyor..daha afili bir şekilde...  bense sadece ah ah azizim diyebiliyorum...


Bir kadeh daha içeyim bari.... 

15 Haziran 2014 Pazar

T.E.

Babaların gömleğinin cebi olur ya hep.. Benim babamın gömleğinde hep vardı.. ya alışveriş listesi, ya spor toto tahminleri ya da yapılacaklar listesi olurdu...


Babam ve Oğlum filmi vardı bugün eve geldiğimizde.. Annem onu seyrediyordu.. 3.kere ağlamayacağım dedim ama öyle vuruyor ki bam tellerine.. kaçışın yok..


Yine ağladım ama filmde daha önce hatırlamadığım bir replik oldu... "Çocuklar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar" ..


Dikkat etmemişim..Ama farkettim ki ben gerçekten de öyle hatırlıyorum..


Sadece başkaları tarafından bunu duymak insana garip geliyor.. Hissettiğini başkalarınn cümleleştirmesi..


Ama yine de...


Ve yine de...


Ben dedikleri gibi seni hep güzel hatırlıyorum..  Deavmındaki cümlelerim bana kalsın... zaten hep güzeller...


Cadı kızın...


E.E.C....  

9 Haziran 2014 Pazartesi

(T)AŞINMA....

2003 yılının Eylül ayında,  babamı uğurladıktan çok kısa bir süre sonra, Paris'e gitmiştim.. Bilenler çok iyi bilir..

2005 yılının Mart ayında döndüğümde, İstanbul'da bir evim olmadığı için, Ankara'ya aile ocağına geri dönmüştüm.. İstanbul'da da kısa süreli olarak 6 sene boyunca dili olsa da anlatsa tadındaki GSÜ Kız Konukevi'nde kalıyordum. Ordaki eşyalarımı toplamak ile başlayan geçmişe anlam yükleme ve hüzün, yıllar geçtikçe azalsa da bugün hala devam ediyor...

2005 yılının Ağustos'unda ilk evimi Mecidiyeköy'de açarken 2+1'in içine sıkışmış, rutubeti bedenime işlemiş birinci kat dairemde çok uzun kalamadım..  Bina, ben diyeyim 20, sen de 30 yıllık idi...

2006 yılının Mayıs ayında Bomonti'ye giriş katına taşındım...ve taşındığım gün ilk yaptığım iş Digiturk'ü bağlatmak olmuştu, malum evden gayrı önemli olan taşınılan gün Galatasaray - Beşiktaş maçının olması  idi.. 2007'nin yine Mayıs ayında anılarda her daim kalacak bir şampiyonluk kazandığımızda evin uğurlu olduğunu düşünmüştüm ama sonra farkettim ki ev ben diyeyim 70, sen de 80 yıllık gibiydi.. Bir araştırdım,  apartman 1926 yılında inşa edilmiş bir taş bina imiş.. Eee taşınma vakti gelmiş geçiyormuş....

2007 yılının Eylül ayında sıfırdan bir yola girip, Ortaköy'de 1+1 bir eve ciddi paralar bayılarak taşınmıştım.. 17 basamak ile 1. kata dönerek çıkılan bir çakma apartman katı... HSBC'ye sabahları evin önünden servise binip 10 dk'da gitmenin dayanılmaz keyfini sürdüm.. Vicdansız ev sahibim yan dairede oturuyordu.. Tepe Mobilya ve IKEA ana başlıklı hayat bilgisi dersinden pekiyi ile geçmiştim.. Ev uzun ince bir yol misali yukarı doğru 5 kat idi ama yine bina ben diyeyim 20, sen de 30 yıllık idi..

Evin küçüklüğü basınca üzerime; annemin, yeni tabirle "networking"i sayesinde Ortaköy'ün yüncüsü Ahmet Amca ile muhabbetinden Ortaköy Taşbasamak Sokağa doğru taşınmama sebep olması kısmetten başka birşey değildi :) Ama yine giriş katına inmiştim.. Yine düşmüştüm.. Bir İstanbul beyefendisi ev sahibim Orhan Amca ve İstanbul hanımefendisi alt komşum Gülsen Teyze (hakkında hangi sıfatı kullanacağımı bilemediğim büyük insan) "kısmet"in bir gerçeklik olduğunu kabul etmeme sebep olmuştu...


2012 yılının Kasım ayında, acısı tatlısı kocaman 4 sene sonrasında, yine bana, ruhuma, yaşadıklarıma küçük gelen Ortaklar Apartmanından, bir arkadaş vesilesi ile transfer olduğum Hareket Sitesi'nde hayatımda hareket hiç eksik olmadı ve hayatımın yarısını bulup evlendim..

Bina yine ben diyeyim 30, sen de 40 yıllık.. Asansör yok ama ilk kez yüksek katlara çıkmıştım ve gururlu idim.. Yükseliyordum...


2014 yılının Haziran ayı... Kaldı 3 gün.. Sarıyer simalarına doğru yeni yolculuk.. Bina 3 yıllık ve kat 1.. Yeni başlangıçlara doğru.. bakalım nelere gebe olacak bu yolculuk :) Neyse ki diğer yarım yanımda..

Her bir taşınmada ayrı bir hikayem var.. her bir kombi ile kişisel bağım, her bir tesisat ile didişmem ve her bir boyacı ile renk kavgam var.. Eşyalara anlam yüklememeye çalışsam da insanın parçası oluyor kimileri.. ama bir yandan da ev değiştirirken atıp da sıfırdan başlama hissiyatı da vermiyor değil...

Ne düşünerek başladım yine nerelere vardı yazı.. Fonda yine MALT var.. Kadehim yine dolu...Eşyalar ve mekanlar değişse de bazı şeyler değişmiyor galiba :D

7 Mart 2014 Cuma

Normalize et, çembere gir, sıkışıp kal... ma!!


Zaman müsade ettiğinde durum değerlendirmesi yaparım!..
Arkadaşlara, yaşadığımız gerçekliklere, zorluklara, kolaylıklara, iş yaşam fırsatlarına vs vs dair...
Ve bakıyorum da o kadar saçma bir sarmal içindeyiz ki... Çembere girmişiz dönüp duruyoruz..
Dayatılan işin gerekliliği; beyaz yakalı hayatın olmazsa olmazları içinde o kadar çok boğuluyoruz ki... O kadar normalize edip aslında kayboluyoruz ki...
Uzun lafın kısası hesabı "uzun concon hayatın kısa rituellerini" yaşıyoruz .. Ne yazık hayatlarımız var...
Mahallede büyümüş iyi eğitimli, memur zihniyetli kobaylar olarak site hayatına zorlanmış fırsatçı elitleri oynuyoruz...
Kadınların ayakkabı çantaları ile erkeklerin saat ve arabaları üzerine kurulmuş semt siteleri çerçevesinde fiktif muhabbetler..
Kaçmak lazım azizim!!
Siyasetin amiyane tabirle (ki güzel anlatan) bokunun çıktığı bu düzenden kaçmak, gitmek lazim.. Ama bu kaçmak birşey yapmamak değil, ne yapacağını bilememek çaresizliğini de beraberinde getiriyor, bonus olarak...
O bakış..
O dudak büküş..
Tutunmak için çareler bulma güdüsü : çocuk.. olmazsa hobi; olmazsa spor; olmaza çiçek; olmazsa kedi; olmazsa böcek olmazsa patchwork (alegorik olarak yamalı iş :) asıl iş değil de işte kırpıp biçip bir bütün haline gelmeye çalışan güdülerimiz :D
Güzel insanlarla küçük bir mekanda yaşayıp kaliteli ve iyi vakit geçirme arzusu ! ya da moda kelime ile "keyifli":)
Kimde yok ki?
Etrafımızda kimde yok?!! Ki!!!
Ama nerdeyiz!!
Hala burda..
X Kafede
Y Alışveriş merkezinde
Concon restoranlarda
Kapalı ortam, herkesin birbirini süzdüğü gym'de
Olmadı Bostancı ya da Bebek sahilinde
2 saatliğine Ağva'da..
Hisar'da kahvaltıda
...
Normalize ettiğimiz mekanlarda..
Napıyoruz allah aşkına!!!


Bir Yeni Türkü şarkısı iyi gider azizim sona !
Başka türlü birşey benim istediğim...

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...